Bu hatırlayış mersimlerinin ilki, TYB'nin kuruluş tarihi olan 1978'de 30 yıl önce başlamıştı

Âkif muhibbi yazarları, siyaset adamlarını, öğrencileri buluşturan bu yılki merasime, geçmişte olduğu gibi Kur'an okunarak başlandı.


İlk sözü alan D.Mehmet Doğan otuz yıldır Tacettin Dergahı için TYB'nin gösterdiği gayretleri anlattı. Bu mekanın Tacettin Dergahı merkez edinerek baştan başa yeniden düzenlenmesinin gerekliği üzerinde durdu. Bu maksadı gerçekleştirmek için üzerine sorumluluk alan mevcut Vakıflar genel Müdürüne şukranlarını arzetti.

Bu seneki anma törenini Türkiyenin dört bir yanından misafirler gelmişti. Daha doğrusu 27-28 Aralıkta Odalar Birliğinde yapılacak Akif toplantısına katılacak ilim ve sanat adamları da orada bulunuyordu.

Bu seçkin heyet konuşmalarını sözü edilen toplantıda yapacaklarından söz sırası daha çok gençlere verildi. Bir yazar okulu öğrencisi "Bülbül" ü okudu, Bir özel okulun hanım kızları da, topluca istiklal marşını ezberden okudular.


Tören Akif için okunan hatmi şerifin duası ile son buldu.

NURETTİN TOPÇU VE FİKİRLERİ



NURETTİN TOPÇU VE FİKİRLERİ


1934 YILIDIR. Nurettin topçu Strazburg Üniversitesinde hazırlayıp kabul ettirdiği doktora tezini ("Conformisme et révolte/ İsyan ahlakı”) Paris’te Sorbon Üniversitesi’ne verir. Sorbon Üniversitesi Felsefe Jürisi tarafından birinci seçilir. Sorbon Üniversitesi tarihinde ki derece yapıp Felsefe Doktorası veren ilk Türk öğrenci Nurettin Topçu olmuştur. Üniversitenin geleneklerine göre en iyi derece alanlar mutlaka ödüllendirilmektedir. İşte başarısı üzerine de yetkili Profesör kendisine sorar:
-Tebrik ediyoruz! Alacağınız ödülün tercih hakkını da size bırakıyoruz.
-Nasıl yani?
-Efendim bir altın saat mi? Amerika veya kuzey Avrupa’ya mavi bir yolculuk mu? Hangisini tercih ederdiniz?
İşte bu haysiyetli ve hassasiyetli insan kendinden emin ve kararlı olarak cevap verir.
-Hiçbiri değil!
-O zaman ne istiyorsunuz?
-Sorbon üniversitesinin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat ay yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istiyorum!
-Derhal bu isteğiniz yerine getirilecektir.

http://www.milligorusforum.biz/archive/index.php/t-368.html

1909 yılında İstanbul’da doğan Nurettin Topçu’nun asıl adı Osman Nuri Topçu’dur. Babası Topçuzade Ahmed Efendi Erzurumlu, annesi Fatma Hanım Kemaliyeli’dir.

Nurettin Topçu’nun ailesi Erzurum’da Topçuzadeler diye tanınır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk Ordusu’nda topçuluk yaptığından dolayı bu lakapla anılmaktadır. Nurettin Topçu’nun Babası Ahmed Efendi ailenin tek ferdi olup ticaretle uğraşır. Doğu Anadolu’dan topladığı koyunları İstanbul’a götürerek burada tuttuğu yazıhanede pazarlar. İlk hanımı İstanbul’a yerleştikten sonra vefat eder. İlk hanımından dünyaya gelen iki oğlu Balkan Savaşları’nda şehid düşerler. Ahmed Efendi daha sonra Fatma Hanım’la evlenir. Nurettin Topçu Fatma Hanım’dan dünyaya gelir.

Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi’nde başladığı ilk okulu Büyük Reşid Paşa Mektebi’nde tamamlar ve ilk okulu birincilik derecesiyle bitirir. İlkokul yıllarında Nurettin Topçu içine kapalı bir mizaca sahiptir. O yıllarda kitap ve gazete biriktirir. İmla hocası Nafiz Bey’den ömür boyu devam ettireceği Mehmet Akif sevgisini o sıralarda kazanır.

Nurettin Topçu bundan sonra Vefa İdadisi’ne devam eder. İdadi’deki ilk yıllarında babası Ahmed Efendi vefat eder. Vefa İdadisi’nde okuduğu sınıfları da birincilikle geçen Topçu o yıllar içinde felsefeye merak salar. Edip Bey, Celal Ferdi ve Şerafettin Yaltkaya’dan ders alır. Bu şahısların etkisiyle namaza başlar. İdadi tahsilini; İstanbul Lisesi’nde 1927-28 ders yılında edebiyat bölümünü pekiyi derece ile bitirerek tamamlar. Aynı yıl yurt dışı eğitim sınavlarını kazanır ve 1928 yılında Fransa’ya gider. Fransa’da Anadoluculuk akımının öncülerinden olan Remzi Oğuz Arık, Cevdet Perin gibi isimlerle tanışır. Özellikle Remzi Oğuz ile samimi olurlar.
Nurettin Topçu, Paris’de bulunan Bordo Lisesi’nde öğrenim gördüğü sırada ;
1-) İlk olarak burada yazmaya başladığı denemeleri, mensubu olduğu Sosyoloji Cemiyeti’nce yine orada yayımlanır.
2-) Maurice Blondel ile tanışır ve onunla kişisel düzeyde ilişki kurarak kendisiyle mektuplaşmaya başlar.
3-) Psikoloji üzerine çalışarak psikoloji sertifikası alır.
Nurettin Topçu iki sene sonra Strazburg’a giderek üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlak kurallarını tanımlayarak sanat tarihi lisansı yapar. Topçu’nun Fransa’da ortaya koyduğu çalışmalar sırası ile şunlardır.
1. Ruhiyat ve bediiyat (Haziran 1930)2. Umumî felsefe ve mantık (İkinci teşrin 1932)3. Muasır sanat tarihi (İkinci teşrin 1932)4. İçtimaiyat ve ahlâk (Haziran 1933)5. İlk zaman sanat ve arkeolojisi (1933)
Yaz aylarında İstanbul’a gelip giden Topçu, 1931’de ağabeyi Hayrettin Topçu’yu da yanına alır. Avrupa’daki hayatı, okul, kütüphane ve ev arasında geçmektedir. Hafta sonlarında ise; derneklerin tertip ettiği toplantılara katılır. Bu toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlarda bulunmaktadır. Bu arada meşhur müsteşrik Luis Masignon ile tanışır. Masignon, Adnan Adıvar’dan Türkçe dersi almaktadır. Daha sonra O’na bu dersi Nurettin Topçu vermeye devam eder.
Nurettin Topçu Strazbourg’da tamamladığı doktorasını, 1934 yılında Sorbone Üniversitesi’nde vermiştir. Bu üniversitede doktora yapan ilk Türk de yine kendisi olmuştur. Yunus Emre’den hareketle gerçekleştirdiği doktora tezinin konu başlığı “Zamana Uyuş ve İnsan”dır.
1934 yılında Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak göreve başlar. Bu yıllarda, çocukluğundan beri tesirinde kaldığı, Erzurum Kongresi’nin güçlü isimlerinden Hüseyin Avni Ulaş’ın kızı Fethiye ile evlenir. Galatasaray Lisesi’ndeki öğretmenliği uzun sürmez. Lise müdürü Behçet Bey’in geçmesini istediği altı kişiden bir kısmı kalınca, Ankara’nın tepkisi ani olur ve tayin bahanesi ile İzmir’e gönderilir.
İzmir’de bulunduğu dönemlerde Hareket Dergisi’ni çıkarır. (1936) Dergi İstanbul’da basılmaktadır. O sıralarda eşi Fethiye Hanım’dan ayrılır. Önce Haydar Paşa Lisesi’ne sonra da Vefa Lisesi’ne tayin edilir.
İstanbul’da bulunduğu sırada Celal Hoca ile tanışır. (Celal Öktem, İHL’lerin kuruluşunda önemli rol oynamıştır.) Celal Hoca ile birlikte İHL’lerin açılmasında mesai arkadaşlığı yapar.
Nurettin Topçu, bir süre Edebiyat Fakültesi’nde H. Ziya Ülken’in kürsüsünde eylemsiz Doçentlik yapar. İstanbul Üniversitesi’nde doçentlik payesini aldığı “ Sezgiciliğin Değerleri “ konulu tezinde Bergson’u incelemiştir.
1960 yılına kadar Robert Koleji’nde tarih okutur.
Fikri faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti ve Türkiye Milliyetçiler Derneği’nde sürdürür. Bu sebeple 1950’lerden itibaren İslamcı ve milliyetçilerin önde gelenlerinden birisi haline gelir.
Nurettin Topçu’nun hayatı boyunca yayınladığı yazılarını üç döneme ayırmak mümkündür:
a-) 1947-1949. Milliyetçiliğin İslami temellerini ortaya koyduğu dönem
b-) 1952-1953. Batılılaşmaya karşı mücadele ederek, değişen sosyal yapının dini-milli temeller üzerine inşa edilmesini belirtip, Kapitalizm ve Komünizmin dışında cemaatçi bir nizamın zaruretini savunduğu dönem.
c-) 1966-1975. Daha önceki fikirlerini kuvvetlendirerek İslam’ın cemaatçi yönünden önemini vurguladığı dönem.
Nurettin Topçu emekli olduktan kısa bir süre sonra rahatsızlanır ve 20 Mayıs 1975’de yapılan ameliyat sonucu kanser olduğu anlaşılır. 10 Temmuz 1975’de vefat eder. 11 Temmuz Cuma günü Fatih Camii’nde kılınan namazın ardından Kozlu kabristanına defnedilir.
Nurettin Topçu’nun Kişiliği
İçe dönük ve sakin bir mizaca sahiptir. Küçük yaşlardan itibaren kitap ve gazete biriktirme merakı başlamıştır. Süratli konuşan, bunun yanında çok dikkat edilince bazı tikleri fark edilebilen, geniş entelektüel bir alın, iç dünyası harikulade zengin insanlara mahsus ince, derin ve manidar bir çehreye sahiptir. Edebi kendine şiar edinen biridir.

Nazik ve kibar bir insan olmasının yanında, üstün zekası, muhakeme gücü ve hitabetiyle kitleleri tesiri altına alabilen müstesna bir ruha sahiptir. Bunun yanında o büyük düşünür, fikir adamı, idealist bir yazar, güçlü bir ahlakçı, bilge ve filozof bir insandır.

Müsamaha kabul etmez görünen disiplin zihniyetinin arkasında talebesini seven, iç hayatına girebilen bir yöne; daha da önemlisi bir talebe için çok sıkıcı felsefe derslerini sevdirebilen bir yana sahiptir. Mücadeleyi seven biridir. Kendini toplumdan hiçbir zaman soyutlamamıştır.
Nurettin Topçu’da muazzam bir Anadolu sevgisi vardı. Suyundan tutun da, sarp kayalarına kadar Anadolu’nun her şeyine hayrandı. Anadolu’nun tabiatı hakkında yapılan sohbetlere bayılırdı. Mustafa Kutlu O’nun bu özelliği hakkında şöyle demiştir: “Defalarca anlatmama rağmen ‘Munzuru anlat bana. Demek ki, beş yüz metre süt gibi beyaz akıyor ha!’” derdi.
Eserleri: Felsefe (Lise 3), Psikoloji (Ruhbilim İsmiyle-Lise 2), Sosyoloji (Toplumbilim İsmiyle-Lise 3), Conformisme et Re’volte, Mehmet Akif, Taşralı (Hikayeler), Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlak Görüşü, Şehit, Komünizme Karşı Yeni Düzen, Ahlak Nizamı, Büyük Fetih, Yarınki Türkiye, Varolmak, Varoluş Felsefesi, Bergson, İslam ve İnsan, İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi, Kültür ve Medeniyet, Mevlana ve Tasavvuf, Ahlak (Lise 1), Milliyetçiliğimizin Esasları, Çanakkale, Bizim de Diyeceğimiz Var Dostlar.

Hareket Dergisi’ni çıkarttı. Hareket Dergisi dışında Türk Yurdu, Büyük Doğu, Sebilürreşad, Düşünen Adam, Türk Düşüncesi Türk Ruhu, Komünizme Karşı Mücadele, İslam, Bizim Türkiye, Serdengeçti, Asrın Dini Müslümanlık, Şule dergileri ile Yeni istiklal, Havadis, Son Havadis, Akşam, Erzurum Hürsöz gazetelerinde yazıları çıktı.


KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

1.TÜRKİYE'NİN MAARİF DAVASI
Gençlik geleceğin tohumudur.
Gençlik imanını ruhuna kazıması ve derinleştirmesi ölçüsünde değerlidir.
Bu kıstaslarla zamanın gençliği eleştirilecek olursa:
1.Gençlik ahlak davasının kahramanı olmak yerine , siyasete malzemedir.
2.Mesuliyetten sürekli kaçmaktadır.
3.Bu sebeple vazife şuuru yoktur.
4.Yaratıcı değil, taklit edicidir.
5.Zaaflarını mukaddes emirler gibi görmektedir.
6.Tılsımlı şefler bulup onlar arkasında böbürlenmektedir.
7.Düşman silahlarını kullandığı için, düşman ruhuna borçlu kalmaktadır.
MEKTEP

Mektep mabettir.
Öğretmen, bu mektepte ruhuna ilham olunanları sergiler, öğrenci ise bu ilhamları tekrarlamayı ders edinir.
Bu ders
1. Tasavvurlara dairse hayal dünyasını zenginleştirir.
2. Hüner’e dairse el zanaatı olur
3. İrade telkin ederse kişide iktidar gücünü artırır
4. Aşk ‘ın dersi ise kalbe ışık olur
BU MAHİYETTEKİ MEKTEB’İN ADRESİ NEDİR?
1.Aile mekteptir
2.Meslek mekteptir
3.Kitaplık mekteptir
4.Gazete mekteptir
5.Dükkân, tezgâh ofis mekteptir

MEKTEP MUALLİMLE KURULUR , MEDENİYETLER MUALLİMLERLE VARLIK BAYRAĞINI YÜKSELTİR
Bu vasıftaki Muallim Portresi Çizilecek Olsa:
Muallim;
1.Mevcut hayatımıza el koyan değil onu inşa eden, seyredenimiz değil bir rejisör hüviyeti ile bizi biçimleyip seyrettirendir.
Balını yemeyip âleme bırakan arı örneğinde muallimi bulursunuz.
2.Tahammülsüzlük ve şikayetin başladığı yerde öğretmenlik biter. Bu yolda “Her düşmanlık, mutlaka kendimize düşmanlıktır”
Gandi talebelerinde bir hata görürse bunun sebebinin nefsindeki kifayetsizlik olduğunu var sayıp oruç tutuyordu. Peygamberimizin düşmanca davrananlara beddua etmeyişi, bir gün gelecek bu tür insanların İslam davasının en büyük hizmetkarları olacağını ilahi hidayetle görmesindendi.
3.Muallimlik sevgi işidir, ruh sevgisidir Bu sevgidir ki talebenin dünyasında bir çiçek bahçesi olur kuşatır.
4.Muallim ruh doktorudur.
Ruhların zaaflarından ışık çıkaran sanatkârdır. Sabrın yolunu gösteren, hakikate aşık ruhları inşa için çabalayan, yerde sürünen faziletleri bulaştığı kirlerden temizleyerek insanlara sunan ağır bir işçidir.
5.Muallim hür kişidir
Hür olmak mesuliyeti en ağır bir şekilde hissetmektir..
Bu ilahi itekleyici güç insanları nefsi taleplerinden çevirip mesuliyet durağına götürür. Bu durağın sonrası, nefsin yenilip, Hakk yoluna girmek, yani hürriyete kavuşmaktır.
HÜRRİYET ANCAK FERDİ KALMAKLA MÜMKÜNDÜR
Hür vatandaş yetiştirmek isteyen, nesilleri sürü haline getirmekten korksun. Her sürü esir sürüsüdür. Ancak fert halinde hür olabiliyoruz. Kültür ve tecrübe ile, duygu ve bilgi ile yüklü olan vicdan, bir Mutlak’tan emir aldığı, Mutlak Varlık tarafından hareket ettirildiği zaman ancak hür olabiliyor.

Hürriyetimizi yok edici düşmanlar, kinlerimiz, korkularımız, fani hesaplarımız ve etrafımızdan gelen sinsi tesirlerdir. Hürriyetini arayan fert, önce bütün bunlardan sıyrılabilmelidir. Her zaman kin ile korku, hakikatten uzaklaştırır. Sefaletimizin idraki nispetinde hür olabiliyoruz. Nelerin esiri olduğunu bilen fert, hangi kuvvetlerin esiri olduğunu idrak eden cemiyet, hürriyetinin eşiğinde demektir, ona pek yaklaşmıştır.

TAHSİLİN İLK BASAMAKLARINDA METOT

Mektebe yeni adım atmış çocuğa hayatta neye değer vermesi aşılanmalıdır.. Bunu sağlamak için öğrenci kafilelerini öğretmenleri alarak sokağa çıkar. Sokakta özellikle dilenciler, kahvelerde zaman öldürenler, sinema ve stadyumlardan baca dumanı gibi püsküren insan kitleleri gösterildikten sonra
“Bakınız evlatlar! Bunlar hep vakitlerini ve hayatlarını kendi elleriyle yok edenlerdir.” Dendikten sonra ilave edilir “Sakın bunlara benzemeyin”

Bunlar yüce gönüllü insan eğitiminin ilk eksersizlerindendir. Yüce gönül yani izzet-i nefs anlatılırken dilenciler, piyangocular, ayak üstü kumarbazları ve zamanın nice sefih iş sahibi varsa çocuklara gösterilir:
“Bu gösterdiklerimiz, bu halleri ile giderlerse yaratılışın sade insana bağışladığı yüce ruhu, izzet-i nefsi tadamadan ölmeğe mahkûm bedbahtlardır” denir.
İşte tahsilin ilk basamaklarındaki çocuklara bu “Müşahede terbiyesi, yanı sefih hayatın temsilcilerini bizzat tanıma” adını verdiğimiz metod ile kültür edindirilirse ilerde kazanılacak ilim ve ahlakın muazzam binalarının temeli atılmış olur.

LİSE TAHSİLİ
İnsanın manevi yapısı düzenlenmedikçe onun teknik bilgileri bir şeye yaramıyor. Nitekim yıllardır Avrupa’ya, Amerika’ya binler, on binlerce talebe gönderildi. Ama memleketin huzur ve selametine bunların ne faydası dokundu?
Bilmeliyiz ki:
Öğrenmek zekanın, yapmak ahlakın işidir


ÜNİVERSİTE TAHSİLİ

Hiçbir otorite tarafından dışarıdan kontrol edilemeyen; muhtariyet imkanını “Derebeylik” manasında kullanan üniversite bu güne kadar ne bir heyet, ne devlet, ne de millet huzurunda mesuliyetlerinin hesabını vermiş değildir.

Hükümdarlar ve tiranlar yetkilerini yüce güçten aldıklarını iddia ederek işledikleri haksızlıkları umursamadıkları gibi üniversite de yeryüzünde kimseye hesap verme keyfiyetini bir an bile duymamışlardır.

Üniversiteler lağvedilip yeniden kurulmalıdır.

DİN EĞİTİMİ
Din eğitimi her şeyden önce kalp eğitimidir.

Bedenin ruh üzerindeki dini tesirinin ilmi olan fıkıh elbette muallimlerce tahsil ettirilir. Ama bu tahsili yaptıranlara din adamlığı payesi vermemek gerekir.

“Din Adamlığı” diye bir meslek olamaz.
Bir kısım insanların “Din Adamı” diye ayrı bir içtimai sınıf meydana getirmeleri, dinin bir dünya zanaatı haline gelmesine yol açmıştır.
Hepimiz din adamıyız, hep birden Allah yolunda olmamız gerekiyor.
Bu iş zanaatla değil irşatla olur. Zaten din de bir irşat mesleğidir.
Ayrıca bir din dersine ihtiyaç yoktur.

KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

2.BERGSON

SEZGİ AHLAKI
Cemiyetin ahlakı aşağı ahlaktır.
Fert cemiyete uyarsa ahlaken yükselemez.
İyi baba, iyi vatandaş kapalı ahlakın insanlarıdır.
Ailesini seven bunu başka ailelerin sevgisine; milletini seven ise başka milletlerin sevgisine karşı çıkarır.
Sevgilerin öbür yaza kin ve düşmanlık üretir.
Halbuki insanlık mesuliyetini kavramış fert, kimseye karşı düşmanlık taşımayan evrensel bir ideale dayanır.
Hümanistlerin hepsinin ahlaklı olduğu söylenemez, zira insan severlik hakikat severlik demek değildir.

SEZGİ VE DİN
Dinler statik ve dinamik din olmak üzere iki sınıftır.
Sitenin ve cemiyetin dini statik ve kapalıdır.
İnsanlığın dini ise açıktır. İbrahimi dinler açık ve dinamik dinlerdir
Dinamik dinin bir diğer vechesi MİSTİSİZM’DİR.
Aynı zamanda evrensel ahlakın kaynağı olan mistisizm insan ruhunu tecrübe basamaklarından geçerek zirvelere götürür. Bu yolculuğun adı İslam’da tasavvuf’tur. Bergson’a göre tasavvuf erleri başta olmak üzere mistikler hayatın sırrını ve akıbetimizin muammasını çözecektir.
KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

3.İSLAM VE İNSAN

İnsanın ilk hareketleri nefsinin kıpırdanışlarıdır. Eğer insan ömrü boyunca nefsine ön vererek onun kumandasında yaşamak isterse hayvani bir hayatın mahkumu olur.
İnsan hazları içinde kördür, sağırdır, sarhoştur bu yüzden kimi sefil, kimi haindir. İnsanın bu zaaflarını görüp onu zalim bir varlık halinde görmek isteyenler, hislerini kırbaçlar, insanı şuursuz bir hale koyar.
Akl edenler bu suikastı görenlerdir.. Önce hayvaniyetten insanlığa hamle başlatırlar. Ardından aklın da kifayet etmediğini fark edip kalbin rehberliğini keşfederler.
Kalp ilahi ilhamın mekânıdır.
İlham eden Allah, ilhama muhatap olan ruhtur.
Ruh hakkın irşadına kavuşunca, onu taşıyan insan da insanlığına kavuşur.
BİLMEK DÜŞÜNMEK
İnsanlığın “ ilim..ilim” diyip övdüğü; bir ambarda eşyanın yığılması gibi bilgileri zihninde üst üstü yığmaktır ki bunun değeri nedir?
Bilgi eğer düşünceye geçmek için bir basamak yapılıyorsa değerlidir.
Çok şey bilip düşünmeyen zeka bir aptal veya hastanın zekası benzeri hastalıklıdır. Allah lafzının manasını düşünmeyen hafızlıklar da böyle bir zekâ afetini beslerler.
Düşünmek hadiseler arasında sebep-sonuç bağını kurmaktır.
Her sebep-sonuç analizi doğru düşünceye götürmez.
Düşünce yanlışlarından kurtarmanın en önemli yolu tenkittir.
Tenkit, fikirleri eleme, değerlendirme ve onları hakikatin ışığında didikleyerek ayıklamadır.
Kimi Hafızlar , Kur’anı üç günde bir hatm etmek suretiyle kalben mutmain olurlar. Kimi Hafız Efendiler ise Kur’anı işaret ettiği manaları kavramak suretiyle yüz yıllarca okumasına rağmen tüketemeyeceğini müdriktirler.
Dolayısıyla Kuran’ı gerçek okuyanlar da onlar olurlar.
DİN ADAMI
Din adamı kime denir.?
Misali peygamber devrinde bulacağız.
Peygamber devrinde din adamına vazife veren bizzat Allah elçisiydi.
Din adamı örneğini de ashapta buluyoruz.
Din adamı bugün de ashabın yaptığını yapacaktır.

4.İSLAM AHLAKI
Ahlakın ilk ve temel mayası hürmettir
1.Kuran’a hürmet
2.İlme Hürmet
3. Yaratılmışların en şereflisi olan insana hürmet
4.Hayata hürmet
Hürmetin en yüksek basamağı “Aşk ve Merhamet”tir.
Merhamet basamağına tırmanan ruh, kendini güçlü hisseden zavallılara yahut despot güçlere “niçin egoizmlerini yenemiyorlar, onları rablerine karşı aldatan nedir diyerek “ acır.. Zayıfa, fakire, sefile acımak ise ancak kötürüm ruhları merhametidir.
Ahlak yolculuğunda Muhabbet durağı Allah’a yaklaşmanın ileri hamlesidir.
“Allah” için seven bir kalbe sahip olan güzel ahlakın bir yıldızı gibi parlar.
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen Allah elçisinin, hem yaratanın hem de ümmetin sevgilisi olmasındaki hikmeti fark etmeliyiz.
Nihayet insanlığa hizmet durağı..
İnsanın hürmet ve muhabbet duraklarında mayalayıp Allah’ın rızasına nail olduğu yükseliş, miraç örneği veli ruhlar için de noktalanır.
Artık insanlar arasına dönüp hizmetten hizmete koşmak gerekir.
“Allah rızası için hizmet” düsturu, halkın yardımına koşmanın elden ele dolaşan bayrağıdır.
KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

5.MEVLANA VE TASAVVUF (İslam Mistisizmi)

Beynelmilel simaları bulunmayan milletler ebedi olamazlar.
Bir uluslararası şahsiyet olan Mevlana “Hu-vel bâki” inancının kaçınılmaz bir sonucu olarak
Milletine ebedilik isterken tevhid akidesinden sapmamıştır.
Dünya ölçeğinde fikirleri tasvip gören Mevlana hiç şüphesiz akl edilebilir bir tasavvufu tebliğ ediyordu. Bir diğer deyişle Mevlana rasyonalizmi ağır basan bir keyfiyettedir. Şu söylenebilir:
“Akıl bir fenerdir, güneş aşkı temsil eder. Güneş doğunca fenere ihtiyaç kalır mı? İslam’dan sonra yeni peygamberler gelmedi, lakin onun işini tamamlayan mücedditler geldi. Mevlana onların en büyüklerindendir.”
YUNUS
Anadolu ruhunun hakiki sahibi en berrak vahdet-i vücut düşünürü.
Vecdin gayesi vahdettir. Önümüze serilen çokluk resmi, sadece bir oyundur. Kendini çoklukta gizleyen birliğin oyun.
BLONDEL
Hareket insanla Allahın bir terkibidir..
Ne kadar bayağı olursa olsun hiçbir hareket yoktur ki içinde ilahı varlık bulunmasın.

KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

6.MEHMED AKİF

Âkif belki otuz sene bu cemiyetin sefaletini terennüm etti. Cemaatle hemhâl. Hemdert oldu. Neslimizin ruhunun doktoru o idi. Bedbaht bir nesil, onu, hastalarının başucunda, mezarlıkta, meyhanede, mahalle kahvesinde, hâsılı bütün sefaletlerinin yanında bulmuştu. Sefalet tabloları sıralamakla hünerlerini mi gösteriyordu? Hayır! Bunlar sadece feryatlarının işaretleriydi.
Onun yedi ciltlik Safahat’ı, bir volkanı andıran iç hayatının macerasıdır; ruh dünyasının, cemaatin acılarından başlayıp ilahi denemede nihayetlenen dramıdır; bir kelime ile büyük ruhun romanıdır.
Büyük ruh büyük adam eseriyle hayatını birleştiren adamdır.
Büyük adam kalabalığın içinde olmakla beraber yalnız yaşayandır.
Ve yine büyük adam, devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durandır.
Âkif’te Dini İrâde, Milli İrâde
Dini irade ile milli irade hiçbir kitapta ve hiçbir dimağda görülmemiş şekilde Safahat’ta birleştirilmiştir. O zamana kadar “milliyetçi” denince dine karşı veya yabancı olan kişi; dinci ve Müslüman denince de milliyetçiliği tanımayan insan akla gelirdi. Milliyetçi ırkçı, yani kemikçiydi. Dinci ise, hurafeci ve vatansız varlıktı. Bir hezeyan olan bu safsatadan ruhlarımızı kurtaran Âkif’tir.

Türk’ün Müslümanlıktan, milliyetçiliğimizin İslam’dan ayrılmayacağını bize öğreten o oldu.
Aynı şekilde “muhafazakar” kavramını evrensel boyutta tarif eden de o oldu. Bu babda şöyle diyordu:
“Muhafazakarlık bir milletin mukaddesatına, cemiyetin iradesi demek olan tarih içinde kazanılmış bütün ruh varlığına sahip olup onu korumak demektir”
Âkif nazarında muhafazakarlık, eski şekillerin tekrarı ve tekamül düşmanlığı olmadığı gibi gerçek inkılapçılık ta Anarşizme doğru ilerlemek değildir. Dolayısıyla gerçek inkılâpçılık muhafazakârlığa zıt bir temayül değil, belki onu ekseriya tamamlayıcı bir prensiptir.
Âkif’in beklediği inkılap, şekil ve madde inkılabı değil ruh ve ahlak dünyamızı diriltecek inkılaptı..
Mektep ve muallim yoksa inkılâbı kim yapacaktı? Safahat’ını mektep müfredatı yapan muallim Âkif portresi işte buradadır.

Kendi payına beklediği inkılâp için kollarını sıvamıştır.

Bu inkılâp için Âkif, pek çok öncü isim sıralar. Ama hiç biri ÂSIM kadar zihinlere kazınmaz.
Âkif’in hayalinden fişkıran ÂSIM tipi, şairimizin kendi gençliği, bir mânada idealinin heykelidir.
Âsımın nesli diyordum nesilmiş gerçek
Çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek

Bu tespitlerden sonra itiraf edelim ki Asım ruhunun mirasına sahip bir gençlik yetiştiremedik.. Âsımın nesli başladığı yerde son buldu. Âsım’ın yerine hep siyaset ve muvaffakiyet nimetleri kovalayan, dünya varlığına bağlanmış, kuvvet karşısında zebun yaşayan çelimsiz iradeli, birbirine güvenmeyen bir gençlik cemiyette uç verdi.
Dünyevi menfaatleri ayağının altına alarak Hürriyete kavuşmak isteyen Asım insanın gücü yettiği ölçüde vicdanen hür olacağını biliyordu. Ve yine biliyordu ki
Vicdan hürriyeti insanlar tarafından değil ancak yüce yaratan tarafından lütfedilen bir atıfettir.
Vicdanı hür insan artık Ahlak idealinin kurucu simasıdır. O, bütün haksızlıklar karşısında İsyan eden, ayaklanan kişidir.
Doğduğumdan beridir aşığım istiklâle
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle
Yumuşak başlı isem sanma ki koyunum?
Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim Hakkı tutar kaldırırım.

İsyan dinli-dinsiz, bilinmezci bütün insanların silahıdır
Anarşist, benlik adına isyan eder;
Kalenderiler, rintler inanmaz; ama, maddeye karşı da arzu göstermezler;
Batı’da Nietche Bizde Tevfik Fikret örneği seçkin insan adına isyan edenler de ayrı bir zümredir.
Mümin ruhların isyanı ise Allah’ın bizde hareketinden beslenir.
KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

7.AHLAK NİZAMI

Zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı vardır Zariyat(19)

Ruh ile madde bir araba sürücüsünü andırır. Madde beden arabası ise ruh onun sürücüsüdür. Bu arabanın atları da maddenin önüne düşen ve bazen onu uçurumlara sürükleyebilen ihtiraslarıdır.
Decartes’in de dediği gibi maddenin ruh üzerindeki hakimiyetten kötülükler, ruhun madde üstündeki tasarruflarından iyilikler hasıl olur.

Komünist akideler dünyamızda madde hâkimiyetini kabul ediyor.
Maddeperestlik yalnızca komünizme ait değildir. Kimi demokrasi uygulamaları da komünizmden aşağı kalmaz. Devlet yönetiminde ihtisas ve dürüstlük aramayıp onun yerine çoğunluk iradesi koymakla bu çeşit tatbikatlar demokrasi kılıflı materyalizmdir.

Devrimizde dünyanın görünen dış yüzündeki mutlak hakim olan büyük sermaye, serbest iktisat rejiminin tabii çocuğudur. Büyük sanayi öncesinde emekle emek değişimi olurken, şimdi paranın nerdeyse satın alamayacağı hiçbir değer kalmamıştır. Para babaları emeği de satın alıyorlar.

Kapitalist ideallerin cemiyet sistemi olan demokrasi, alın terinin istismarı esaslıdır. Para saltanatının bir numaralı zümresi Yahudilerdir. Bugün tröst sahibi Yahudi’den cami kapısındaki dilenciye kadar fabrikatör, büyük tüccar, armatör, galeri ve mağaza sahibi, bankacı, nakliyatçı, simsar, mühendis, müteahhit, işletmeci, bar sahibi, şarkıcı, mevlithan, komisyoncu, kuyumcu, kumarcı, futbolcu, özel okul işleten ve daha birçok serbest teşebbüs sahipleri kazanç yarışmasında başarı sağlayan bugünkü hayatın muzaffer ve gözde kahramanlarıdır. Bunlara bir de doktor ve avukatın insanların hayatı ile ahlakını rehin tutan soygunculuğunu eklemek gerekir.
Para’nın insanlar ve meslekler üzerindeki bu saltanatı ilahi imtihanın bir cilvesidir. Para, insanı nefsine esir eden cehennemi kuvvetlerin en belalısıdır.

Komünizmin de kapitalizmin de cemiyet sistemleri insanın insana tahakkümünü engelleyemiyor.
RUHÇU SOSYALİST CEMİYET NİZAMI

Osmanlı sonrası elimizde kalan topraklar üzerinde üçüncü bir yol olarak RUHÇU SOSYALİST CEMİYET NİZAMI’NI ön görüyoruz. .

Yarın için Anadolu’nun kurtuluş çaresi teklifimiz olan planın üç safhalı uygulanmasından geçmektedir.

Önce sosyalist bir cemiyet düzeni kurulmalıdır.
Sonra halka sistemli ve inanılmış bir “medeni terbiye aşısı” yapılmalıdır.
Nihayet İslam Kültür ve Ahlakı’nın, kaynaklara inmek suretiyle ve gerçek bir din anlayışı halinde canlandırılması, gaye olan selameti getirebilecektir.

Bu yoldaki maksadımız vücudumuzu ruhumuzla birlikte kurtarmaktır.
Mukaddes toprağa kazma vurmaktan usanmayan kolları kalbe bağlayan kuvvet, tarihe, mukaddesata ve hürriyetimizi boğmayan makul ve mutedil bir eşitliğe dayanacak hak sistemidir
Yarınki Anadolu İslam Esaslarına dayanan sosyalist bir ahlak nizamının örneğini verecektir.
KİTAPLARINDA YER ALAN FİKİRLERİNDEN ÖZETLER

8.İRADENİN DAVASI
İrade kuvvetle istemek, arzu etmektir.
“Var olmak” isteği yaratılanın; “Var etme” iradesi yaratıcınındır.
İnsanın “Var olma” isteğinin kaynağı Nedir?
Duygular mı?
Duyguların kaynağı tabiat ve cemiyettir.
Eğer “var olma” iradesi duygular üstüne inşa edilen bir süreç olsaydı aynı çağda ve aynı çevrede yaşayan insanların, tornadan çıkmış gibi hayat felsefeleri aynı olurdu.
Bırakın cemiyet fertlerini baba ile oğlun, nine ile torunun ruh dünyası ayrı ayrı zeminlerde seyreder.
Bunun sebebi iman veya küfür yolundaki derecelerdir.
Gaibe iman, görünmeyene ve bilinmeyene olan imandır. Kim ki gaibe iman ederse Allah’ın iradesine tabii olur.

Kainatın duyularla idrak edilen bilgilerinden hareketle imana ulaşanlar da yine ilahi iradeye teslim olmuş kişilerdir.
***
Kuran’da elim bir akıbete uğramaktan sakındıran pek çok ayet vardır.
Nurettin Topçu batılı filozofların “insanı olgunlaştıran Istırap Felsefesini” “İslam’ın acı akıbet” kavramına paralel görüyordu. Acı (elim) akıbete duçar olmamak için müminler nesil çilelere katlanıyorlarsa, ıstırap çekerek olgunlaşmayı şiar edinen batılı ahlakçılar da benzer yolda kemali arıyorlardı.

İnsanlık Kemal’ini tersine çeviren beşeri duygu zevk düşkünlüğüdür.
Allah’ı bırakıp iradesini şeytani telkinlerden alanlar bir de toplumun idaresini ele geçirince milleti zevklerine tapan hayvani bir sürü haline getirirler. Bu haldeki topluma dirilik aşısı vurmak isterseniz “Bak bak fitne çıkarıyor nizamımızı bozuyor, halkı isyana çağırıyor” derler.
Zalimler kendi iktidarlarını sarsacak düşüncelerin kafalar içinde barınmasından değil onların yazılıp çizilmesinden, bu yolla yayılmasından korkarlar.. Eğer bu neşriyat yapılamazsa, söz yazı ve hürriyetinin bulunmadığı yerde “Herkes düşüncesinde serbesttir” diyen kanunlar koymak abestir.
***
Devlet muayyen topraklar üzerinde hâkimiyetle yaşayan insanların manevi birliğidir. Millet varlığının ruhu demektir. Millet iradesinin görüldüğü yerdir.
“Devlet Allaha doğru yoldur” denilen yerde İslam’ın devleti vardır.
Buna mukabil iradesini ve imkânlarını fertlerin ve zümrelerin zevkleri uğruna harcayan devlet yıkılması gereken devlettir.
***
İSYAN AHLAKI
İsyan, yanı başkaldırma, asilik..
İsyanın tefekkür şümullü manasını bilemeyenler onu bozgunculukla hatta eşkiyalıkla bir tutuyor. .
Oysa isyan, ne benliğimize, ne nefse ait arzulara, ne içtimai gayelere, bağlı değildir. Bizim isyanımız sonsuzlukta gayesini arayan alemşümul merhamet kaynağından beslenir.
Bütün peygamberlerle ahlak dâhilerinde hayatın kaideleri ile nefsin hesaplarına kulak vermeyen bir coşkunluk görürüz. Hallacı-ı Mansur bu coşku ile “Ben hakikatim” demişti.
Mehmet Akif “Hangi çılgın bana zincir vuracak, şaşarım!” diye kükrüyordu.
Hüseyin Avni “küfrederken dahi vecd duyduğunu” söylüyordu.
Jean-jacques Rousseau, heyecansız, isyansız insan içine ayak basmamıştı.
Bu adamların hepsi asi idiler.
Mevcut dünya değerleri bu gibilerin isyanları ile kuruldu.
Gelecek de böyle olacak...
Mustafa Çetin Baydar

Heykeli Dikilen İlk Erzurumlu


Em. Kurmay Kıdemli Albay Oğuz Kalelioğlu 18 Aralık akşamı “Başarıda Kamuoyu Oluşturma Teknikleri ve Gerekliliği” başlıklı konferansı için ESAV’daydı.


Dostların benzetmesi ile “Erzurum’un Muhtarı” kimliğime rağmen Oğuz Kalelioğlu İsminden habersizdim. Onu dinlemeye başlarken Gazi Magosa’yı savunan askeri ve milis güçlerin kumandanı olan bu yiğit hemşehrimizin halen bu beldede heykelinin dikili olduğunu da öğrenmiş oldum. Tarihte belki de heykeli dikilmiş ilk Erzurumlu Kalelioğlu’dur.


Keşke Veysel Bey, Kalelioğlu’nun konuşmasını kaydettirmiş olsa da onu bizzat izleseydiniz.


Gerek bir asker olarak ve gerekse sivilliğe geçtikten sonra yaptığı danışmanlıklar ve buna bağlı hazırladığı raporlarla Kalelioğlu Psikolojik Harp konusunda da öncü çabaların sahibidir.

Mevlana ve Moğollar


Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin Moğollarla olan ilişkisinin ne manaya geldiğini naçiz bir Erzurum şehir tarihçisi olarak şerh edebilirim.


Gayri islam olan bu ırk, Anadoludaki ilk yerleşme yeri olan Erzurum'a yerleşirken, islami yeni idrakin heyacanı ile, günümüz Erzurumunun, Çifte Minareler, Yakutuye Medresesi, Çoban Koprusu, Saat Kulesi v.b. bir çok yapının kurucularý oldular.Osmanlı öncesi Erzurumunda İslam kimlikli iki damga hakimdir ki bunların birincisi Saltuklu, ikincisi Müslüman Moğol damgasıdır.

Bu iki damga da sünnidir. Tebriz-Erzurum-Bakü üçgeninde özellikle dil ve kültür alanında varlığını hissettiren Azeri kültürü Şii olduğundan, Şii ruhu ile sözünü ettiğimiz döneme bakanların Mevlana'ya bir takım eleştiriler yönetmeleri bu mezhebi ayrılıktan oldukça beslenir.


Tarihin her döneminde toplumlar, “Mel’e”lerin, yâni, Kanaat önderlerinin gösterdiği istikâmette yürümüştür. İslâmî bir toplumda; peygamberlerin vârisleri durumunda olan ûlema ve muttaki yöneticiler de müsbet anlamda Meledir.


Günümüzde demokrasi ile idare edilen ülkelerde parti liderleri ve yöneticileri mele durumundadır.


Partiler, devlet çatısı altına toplanmış gücü kullanmak için birbirleri ile mücadele ederler.Kuran’ı referans kabul eden devletlerde devlet çatısı altındaki gücün kullanımı farklıdır.Bu konuda bir otorite olan Farâbi’ye göre iki türlü devlet vardır: Birincisi: vahye dayanan erdem esaslı devlet; İkincisi: hevâ ve hevesin şekillendirdiği câhiliye devleti..Vahye dayanan erdem esaslı devlette tek örnek, tek uygulama söz konusuyken, hevâ ve hevesin şekillendirdiği cahiliye devletlerinde sayısız örnek ve uygulama görülür.


Kuran’ı referans kabul etmeyen ancak halkının önemli bir bölümü Müslüman olan devletlerde Şer’i Şerif’e uygun partilerin kurulmasına, bu yolla siyasi yarışa katılmalarına izin verilmez. Ancak, sistemin değerlerine neşideler dizme yöntemiyle partileşerek devlet gücünü tasarruf mümkündür. Bu tutumun bir takiyye olduğu sistemin Meleleri tarafından her fırsatta haykırılır. İlk fırsatta da bu tür partilerin defterleri dürülür.


Kur’anda Mel’e (Kanaat önderi-akildaneler) bahsi geçen 30 ayetden bir bölümünü olsun artık hatırlatabiliriz:


A’râf Sûresi 75 - Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri,(Meleleri) küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz, Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Biz şüphesiz onunla gönderilene inananlarız” dediler.
A’râf Sûresi 76 - Büyüklük taslayanlar,(Meleler)“Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkar edenleriz.” dediler.


A’râf Sûresi 88 - Şuayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler ,(Meleler) dediler ki: “Ey Şuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şuayb, “İstemesek de mi?” dedi.


Hûd Sûresi 27 - Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, (Meleler ) “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.


Hûd Sûresi 38 - (Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler (Meleler) her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.”


Mü’minûn Sûresi 33 - O peygamberin kavminden, Allah’ı inkar eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler (Meleler)şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”


Mü’minûn Sûresi 45,46 - Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine (Melelere)peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.


Neml Sûresi 38 - Süleyman, “Ey ileri gelenler! (Meleler)Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?”


Sebe’ Sûresi 34 - Biz hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri(Meleve mutrafinleri), “Biz, sizinle gönderileni inkar ediyoruz” demişlerdir.


Zuhruf Sûresi 46 - Andolsun, biz Mûsâ’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına (Melelere) göndermiştik de o, “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.


SONUÇ


Ateizm, laiklik perdesi altında dinsizlik, dindar görünerek dindarları iğfal eden münafıklık, günümüz Melelerinin siyasi san’atı haline gelmiştir.Bu kabil toplum öncülerinin (Melelerin)içinde, bir tek yoksul insan bulunmaz, hepsi korumaya çalıştıkları sistemden beslenirler, daha doğrusu bu beslenme devam etsin diye sistemi korurlar.



Merhaba...