ERZURUM COĞRAFYASINDA İLAHİ DAMGALAR



ERZURUM COĞRAFYASINDA İLAHİ DAMGALAR

Hz. Osman (ra) zamanında Azerbaycan ve Ermenistan fethi sırasında Irak'lı Müslümanlarla Şam'lı Müslümanlar kıraat farklılığı sebebiyle ihtilaf edince …


(Yazar : Osman KESKİNOĞLU Yayınevi : Türkiye Diyanet Vakfı Baskı : Anakara / 1993 / 336 shf.

Bu ihtilaf olayının ayrıntılarını M.Sıtkı Aras'tan öğrenelim :



Zaman 638 yılının yazıdır. Medine site devletinin temelinin atı­lışından henüz 16 yıl gibi çok kısa bir süre geçmiştir. Arap Yarıma­dasının, Irak'ın, Suriye'nin kara topraklarını kaplayan kara çalılar, İslam mücahitlerinin atlarının nallan altında ezilerek yerlerinde renk renk çiçekler, güller, menekşeler açmıştır. Sıra Anadolu'dadır. Dev­letin başında halifeler halifesi olan büyük halifemiz Hz. Ömer bu­lunmaktadır. Güçlü kumandan İrem bin Ganem komutasındaki ke­miyette küçük, keyfiyette çok büyük olan bir ordu, batıya doğru ak­maktadır. Son durakları yüksek yalçın sıradağların eteğindeki bir düzlüktür. Burası, daha sonraları onlarca, belki de yüzlerce ordunun uğrak yerleri olacak olan Sultan Sekisi'dir.














Sultan sekisinin yüz sene önceki görünümü


Karşılarına kalın surlara bürünmüş bir site çıkar. Bu, bugüne ka­dar görmüş oldukları tüm şehirlerden farklıdır. Bir mekândan ziyâde, demirden dev bir kapı görünümündedir. Açılabildiği an, tüm Küçük Asya'nın topraklan nazende bir halı misali ayaklarının altına serile­cektir. Dolayısıyla heyecanlıdır mücahitler. Duaya ihtiyaçları vardır, namaza ihtiyaçları vardır. Ve toplu halde büyük komutanlarının ar­kasında "uydum imama" diyerek el bağlarlar. Ancak, imam efendi­nin Kuran-ı Kerim'i okuyuş şekli bazılarının hoşuna gitmez ve cematten ayrılırlar. Bunlara göre kıraat hatalıdır. Büyük bir münakaşa başlar, büyük bir çarpışma güç bela önlenerek doğrusunu öğrenmek üzerine bir heyet gönderilir Medine'ye.
Kuşatmaya başlanılmaz. Çünkü, karşılarına halledilmesi önce­likle gereken çok daha önemli bir mesele çıkmıştır.
O zamanlar Palandökenler ormanlıktır. Her tarafından sular ça­ğıldamaktadır. Çok daha sonraları yakılan bir Erzurum türküsünde;
"Palandöken Dağında, kavalımın sesi var, Çam dibine yaslanmış, bir edalı su çağlar" denilmektedir.
Mücahitler haftalarca göklere set çekmiş olan çamların gölge­sinde oturup, edalı sulardan içerek gelecek haberi beklerler.
Nihayet, Medine'ye giden heyet geri döner ve Kuran-ı Kerim'in itirazcıları haklı çıkaracak doğru okunuş şeklini getirirler. Ordu içerisinde iki mübarek elin avuç içleri göklere doğru kalkar. Kimbilir belki de aziz misafirimiz büyük sahabe, Abdurrahman Ga­zi Hazretlerinin elleridir. Ve der ki; "Yarabbi bu gün olduğu gibi, bundan sonra da kıyamete dek bu şehire tüm hataları düzeltecek is­yan ruhunu nasip eyle."" O dua orada kabul buyurulur. O gün bugün­dür ki, Erzurum, tüm hataların, haksızlıkların, yolsuzlukların karşısındadır.
Bir Şehrin Ruhu M.Sıtkı Aras Erzurum Kitaplığı Dergah Yayınları 2.Baskı

M usa ve Yuşa aleyhimesselam zamanlarında yaşayan, İsm-i azam duasını bilip, her duası kabul olurken, dünyaya meylettiği için doğru yoldan ayrılan kimse.Musa aleyhisselam vefat ederken yerine Yuşa bin Nun aleyhisselamı halife bıraktı. Allahü teala Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarının başında olduğu halde Arz-ı mev'ud denilen bölgeye gidip, Eriha ve İlya (Eyliya) şehirlerini fethettikten sonra, Belka şehrini kuşattı. Belka şehrinin Belak ismindeki zalim hükümdarı, Yuşa aleyhisselama karşı aciz kalıp, İsm-i azam duasını bilen, her duası kabul olan, ilim ve ibadette yüksek, sözlerini yazıp istifade etmek için elinde hokka ve kalem ile yanında 2000 kişi bulunan ve İbrahim aleyhisselamın dinine inanan Bel'am bin Baura isimli kimseden yardım istedi. Yuşa aleyhisselama ve ordusuna karşı beddua etmesini istedi. Belka şehri ahalisi de gelip beddua etmesi için Bel'am bin Baura'ya yalvardılar. Bel'am, Allahü tealanın peygamberine karşı beddua edemeyeceğini bildirdiyse de, azgın ve imansız Belka şehri ahalisi bedduada bulunması için daha çok ısrar ettiler. Bel'am bin Baura'ya hediyeler getirip birçok dünyalık vad ettiler. Karısı da; "Eğer bu kavmin topraklarımızdan gitmesi için dua etmezsen senden ayrılacağım!" diye tehditte bulundu. Zalim hükümdar da beddua etmediği takdirde onu idam edeceğini söyleyerek idam sehpası kurdurdu.Bütün bunlar karşısında Bel'am bin Baura'nın gönlünde dünya malına ve servetine karşı meyl belirdi. Dua etmeye razı olarak şehrin dışındaki Husban Dağına gitti. Husban Dağının tepesine ulaşınca, ellerini dua için kaldırdığı zaman, dilinden Belka şehri ahalisi aleyhine, Yuşa aleyhisselamı ve İsrailoğulları lehine kelimeler dökülmeye başladı. Bu sözleri işiten Belka şehri ahalisi; "Ey Bel'am! Ne yapıyorsun? Onlara dua, bize beddua ediyorsun!" dediler. Bel'am onlara; "Bu sözleri isteyerek söylemiyorum. Allah tarafından böyle konuşturuluyorum!" dedi.Bu sırada Allahü tealanın hikmetiyle dili ağzından çıkıp göğsü üzerine sarktı. Allahü tealanın kendisine ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilmeyen, irade-i cüz'iyyesini şeytanın ve kötü insanların istekleri doğrultusunda kullanan Bel'am bin Baura, nefsin ve şeytanın saptırmasıyla, dünya malına ve kadına meylederek yeni hileler peşine düştü ve imansız öldü. Kur'an-ı kerimde A'raf suresinin 175. ve 176. ayet-i kerimelerinde soluyan köpeğe benzetildi. "Onun gibiler köpek gibidir." sözü, dillerde darb-ı mesel kaldı.Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Bel'am bin Bâ'ûr Menkabesi (*)


Bir gün bu dağın eteğinde cirit oynarken attan tekerlendim. At da başını alıp "nerdesin Eğerli Dağ" diye kaçtı. Hemen can başıma çıkıp başka bir ata binerek birkaç kölemle arkasına düştüm. Dağın do­ruğunda atı tutup bindim. Orada uzun bir kabir gör­düm. "Tanrı bilir, bir ulu ziyaretgâhtır" diyerek ru­hu için fatiha okudum. Yaya olarak adımladım. Boyu 80 adım geldi. Başı ve ayağı uçlarında birer yüksek ve sivri direk dikilmiş. Bu ziyaretgâha bakarken or­talığı pis bir koku kapladı. Herkesi iğrendirdiğinden ben ve kölelerim burunlarımızı tıkadık. Kabre bak­tım. Ne göreyim? Toprak tencerede bulgur kaynar gibi fıkır fıkır kaynıyor. Zift ve katranlı bir toprak. Çok şaşırdık. Yine atlarımıza binip güneş batarken Tebriz Kapısı'ndan içeri girdik. Güneş battıktan son­ra Paşa'nın huzuruna vardığımızda: "Şükür sağlığa! Hele atını bütün takımıyla buldun mu" buyurdular. "Evet, buldum. Eğerli Dağı'nda evliyadan birinin uzun bir kabrini ziyaret ettim" diye kabri gördüğüm gibi anlattım. Müelliflerden Erzurumlu Cafer Efendi adlı bilgin zat da orada idi. Söze başlayarak: "Sakın, Evliya Çelebi! O kabri bir daha ziyaret etme. Hazreti Musa’nın bedduasıyla imansız gitmiştir ki ona Bel’am bin Ba’ur
Derler. Nice Yüzyıl yaşamış, Hazreti Musa’dan sonra içinin yarasından Mısırı bırakarak bu dağda oturmuş. Halâ kabri yazın da Kışın da leş gibi kokar. Toprağı bile cehennem azabı çeki kaynar” dedi.
Ben hayretler içinde kaldım.
(*) EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDEN SEÇMELER I

0 yorum: