MONŞERLİĞİN TARİHİ

M. Çetin BAYDAR
cetinbaydar@gmail.com


07.02.2009
Monşerliğin Tarihi Üzerine Bir Deneme


“Monşer” kavramı Tanzimat Dönemi’nde lisanımıza girdi.
Monşer kelimesine Türkçede bir karşılık vermek gerekirse "aziz dostum” hitabı, oldukça uygun düşer.
Bu kavram Türkçeye bir dizi kinayeyi de beraberinde getirmiş, dahası, bu kinayelerdeki alaycı vurgu Osmanlı modernleşmesinin ilk öncüleri olan bir takım hariciyeci zevatı işaret eder bir mahiyet kazanmıştır.
1839 Gülhane Hatt-ı Hümayun'dan biraz önce kurulmuş olan Tercüme Odası mensupları kaftan ve kavukları atıp setreler ve stambulinler giyinmekle kalmamışlar, başta Fransızca olmak üzere batı lisanlarına büyük bir iştahla saldırmışlardır.
Bu zevatın kiminin hedefi samimi bir şekilde devleti kurtarmak iken, kimi de günümüze kadar uzanan “kendi toplumu ile çatışan aydın tipi”nin öncüleri olmuştur.

"Dilinde Türkçenin küfr-ü küspesi / Frengin itine taklid kisvesi" diyen halk şairinin monşer lere gösterdiği tepki “Batı değerlerini” körü körüne taklide duyulan tepkidir.
Bu fasileden kimileri de “Adam olmak istersen Paris’e gel Paris’e” diyerek Osmanlının “Adamlık babı”nda iflasını ilan etmekten çekinmemiştir.
Monşer’liğin tarihçesi yazılacak olsa iki asır evveline gitmek gerekir.
Fransızca olarak kitap yazmış ilk Osmanlı Türkü Mahmut Raif Efendi’dir. Risale, 1797 Üsküdar baskılıdır.
Mahmud Raif Efendi’nin kitabının adı “Osmanlı İmparatorluğunda Yeni düsturlar” dır.
Bu zat hocalık da yapar ve Mühendishanede dersler verir. Ama dersler alakadan çok tepki çeker. Mahmut Raif , bu derslere gösterilen tepkiyi cahil tepkisi olarak niteler.
Sonra Londra sefiri olur. Artık adı İngiliz Mahmut’tur.
Adı Gavur Padişah’a çıkan bir başka Mahmut ile Monşerlik devletin zirvesine kadar tırmanır. (II.Mahmut) 3. Selim: İslahatçı Padişahların serdarı
Osmanlı Gücünü geri getirmek cehdine padişahların öncülük etmesinden daha tabii ne olabilir? Osmanlı’nın son iki asrı padişahları, istisnasız bu cehdin baş mümessilidir.
Bu dönem padişahlarının serdarı ise Üçüncü Selim’dir.
Üçüncü Selim, 18 yıl süren padişahlık döneminde Askeri, siyasi, harsi ve sanatsal alanda derin izler bırakan bir hükümdar olmuştur.
Baş destekçilerinden biri olan Londra eski sefiri Raif Mahmut (İngiliz Mahmut) Padişahlığını sona erdiren Kabakçı Mustafa isyanında asillerce linç edilerek öldürülür. Bu hadise son bulduktan sonra iki seneye yakın yaşar. Alemdar Mustafa Paşa’nın onu yeniden tahta çıkarmak için İstanbul’a girdiğinde Yeni Padişah’ın adamları tarafından katledilir.
Islahatçı padişahların akibetleri trajik bir biçimde gelirken, Islahatçı aydınlar iki farklı yol yol tutarlar.Aydın zümrenin önemli bir bölümü gerçek ıslahata başlamanın yolunun devleti yıkıp yeniden kurmak olduğu fikrindedir.(Daha sonra devleti yıkmak yetmez, İslam’ı da devlet ve toplum hayatından çıkarmak gerekir denecektir) Bu fikirlerin Dünya Global gücünün bir telkini olduğunu burada hatırlamamız gerekiyor.
Osmanlı gücünü tasfiye etmek isteyen Batı güçleri ile bu tasviyeci aydınlar her alanda işbirliği yaparlar. Padişahlar ve çevresi onların bir numaralı düşmanları haline gelir. Padişahlık yıkılıp yerine yeni sistem kurulunca dahi bunlar hızlarını kesmez. Eğer bu zümreyi tanımlamak gerekirsi bunların ortak paydaları sırasıyla
1. Laikçidirler. Diğer deyişle İslam karşıtlıklarını laik maskeyle gizleyenlerdir.
2. Ekseriyeti Mason ve dışa bağımlıdır
3. Yine ekseriyeti dış coğrafyalardan Anadolu’ya gelmiştir.
4. Düzenin ekonomik güç odaklarına yazarlık, danışmanlık, mümessillik, mebusluk ilh.. yaparak refah içinde yüzmektedirler
Islahat fikri taraftarı ikinci grup münevverler ise İslami itikat ve amellerine ek olarak teknoloji ile gelen imkanları inançları doğrultusunda süzerek iktibas ederler.
“Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı-Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” diyen Merhum Akif bu iktibas muhtevasını veciz bir şekilde ifade eder. Mehmet Akif’in şahsında güzel bir örnek teşkil eden Müslüman aydınları ortak paydaları ile tanımlamak gerekirse
1. Fikir ve amelde İslamî eksendedirler
2. Bağımlılıkları sadece ve sadece İslamın kutsal kıtabına, onun tebliğcisi olan İslam Peygamberinedir.
3. Çoğunlukla Anadolu kökenlidir

4. .Düzene muhalif Ekonomik ve kültürel güç odaklarına yazarlık, danışmanlık, mümessillik, mebusluk ilah. Yaparak geçimlerini sağlarlar
5. Çalışmalarının odak noktasında insanlığın ortak bilgilerine ilaveten Yaratıcının alemleri yönettiği kanunlardan çıkardıkları dersler vardır.
İşte bu bağlamdaki onun mısralarından bir demet:
ALINLAR TERLEMELİ Kamer çalışmadadır, gökle yer çalışmadadır
Güneş çalışmada, seyyâreler çalışmadadır.
* * *
Atıl... Fezâyı dolaş, âsümâna çık, yere in;
Lisân-ı gaybım olan beyyinât-ı hikmetimin,
Bekâyı hak tanıyan sa’yi bir vazîfe bilir;
Çalış çalış ki bekâ sa´y olursa hakkedilir. "
* * *

Evet, mücâhede mahsûlüdür hayât-ı beşer,
O olmadıkça ne efrâd olur, ne âileler.
Görün birer birer efrâdı: Muttasıl çalışır;
Bakın ki âileler durmayıp nasıl çalışır
Alın sırayla cemâ´âti, sonra akvâmı;
Aceb cidâl-i maîişetten ayrılan var mı?
Nizâm-ı kevne nigehbân o sermedi kânun,
Bütün cihânı tutarken tahakkümünde zebun,
Garîb olur beşerriyet çıkarsa müstesnâ.
Hayır!Adâlet-i fıtratta yoktur istisnâ.
Hayâta hakkı olan kimdir anlıyor, görüyor;
Çalışmayanları bir bir eliyle öldürüyor!
* * *
Bakın mücâhid olan Garb´a şimdi bir kerre.
Havâya hükmediyor kâni´ olmuyor da yere.
Dönün de âtıl olan Şark´ı seyredin. Ne geri!
Yakında kalmıyacak yeryüzünde belki yeri!
Nedir şu bir sürü fenler, nedir bu san´atler?
Nedir bu ilme tecellî hakîkatler?
Sefineler ki tarar kıt´a kıt´a deryâyı;
Şimendüfer ki tarar buk´a buk´a dünyâyı;
Şu´ûn ki berka binip seslenir durur ovada;
Balon ki rûh-i kesîfiyle yükselir havada...
Hülâsa, hepsi bu âsâr-ı dehşet-âkînin,
Bütün tekâsüfüdür toplanan mesâînin.
* * *
Zaman zaman görülen âhiret kılıklı diyâr;
Cenâzeden o kadar farkı olmayan canlar;
Damarda seyri belirsiz, irinleşen kanlar;
Harâbeler, çamur evler, çamurdan insanlar;
Ekilmemiş koca yerler, biçilmiş ormanlar;
* * *
Atâletin o mülevves teressübâtı bütün!
Nümûne işte biziz... Görmek istiyen görsün!
Bakın da hâline ibret alın şu memleketin!
Nasıldın ey koca millet? Ne oldu âkıbetin?
Yabancılar ediyormuş - eder ya - istikrâh:
Dilenciler bile senden şereflidir billâh.
* * *
Bu mübtezel yaşayıştan gebermen elbet iyi.
Gebermedik tarafın kalmamıs ya pek, zâten...
* * *
Nedir bu meskenetin, sen de bir kımıldasana!
Niçin kımıldamıyorsun? Niçin? Ne oldu sana?
Niçin mi? "Çünkü bu fânî hayâta yok meylin!
Onun netîcesidir sa´ye varmıyorsa elin. "
Değil mi?.. Ben de inandım! Hudâ bilir ki yalan!
Hayâta nerde görülmüş senin kadar sarılan?
Zorun: Gebermemek ancak "ölümlü dünyâ" da!
Deden ne türlü yaşarmış... Adamsan öyle yaşa;
* * *
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu!
Taleb nasılsa, tabî´î, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
"Çalış "´ dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
* * *
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür. Vazîfesidir...
* * *
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!
Hudâ-yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete... Ha?

0 yorum: